-
info_outline 資料
-
toc 目錄
-
share 分享
-
format_color_text 介面設置
-
exposure_plus_1 推薦
-
打賞
-
report_problem 檢舉
-
account_circle 登入

Sungur Bey biraz endişeliydi.
Erlik, dokuz gündür ortalıkta görünmüyordu. Bu süre boyunca onun köyden uzak durması için elinden gelen her şeyi yapmıştı: ritüeller, dualar, korunma niyetleri… Çünkü Sungur Bey çok iyi biliyordu ki; yeraltının, o karanlık cehennem çukurunun açılması için korku, nefret ve acımasızlık gerekiyordu. Bu karanlık duygular, kapının anahtarıydı.
O ise atalarından öğrendiği bilgileri harfiyen uygulamış, halkın yüreğine korku değil, sevgi aşılamaya çalışmıştı.
Ama içindeki korkuyu yine de susturamıyordu: Ya Erlik gelirse?
Bugün 4 Temmuz’du.
Kutsal Akyıldız, gökyüzünde en heybetli haliyle parlayacaktı bu gece. Duaların en derine, en yükseğe ulaştığı geceydi bu. Köyde hummalı bir hazırlık vardı. Sofralar kurulmuş, yemekler pişirilmiş, herkes yoksullara yardım etmek için sıraya girmişti. Evlilik hayali kuran gençler, bu geceyi değerlendirmeliydi.
İşte onlardan ikisi de, köyün sevilen gençleri Umut ve Gökçe’ydi.
Mahcup bir şekilde Sungur Bey’e gidip, bu gece evlenmek istediklerini söylediler. Zaten herkes onların çocukluklarından beri birbirini sevdiğini bilirdi. Bu kutsal gecede evlenmek istemeleri, köy halkı için sevinç kaynağı olmuştu.
Umut ve Gökçe, evliliklerinin kutsal ve daimî olması için Tengri’ye ve iyiliğin, ışığın temsilcisi Ülgen’e kurban sunacaklardı.
Bu ritüel, ormanda, yalnızca Sungur Bey’in yönlendirmesiyle yapılabilirdi. Kadınlar etin pişirilmesi ve sunulmasıyla ilgilenirken, erkekler kesim işlemi için hazırlıktaydı. Kadınlar ve çocuklar, biraz daha uzakta dualarına başlamıştı bile.
Ormanın içi sessizdi. Rüzgâr bile sessizce ağaçların arasından geçiyordu.
Sungur Bey diz çöktü ve duasına başladı:
“Ulu Tengri, bize merhamet göster.
Bizi birliğimizden, dirliğimizden mahrum bırakma.
Adaletini göster ve bizleri yargıla.
Amin.”
O an, Akyıldız gökyüzünde daha da parladı.
Göğü aydınlatan bu yıldız, öyle yakındı ki… İnsanlar elini uzatsa, sanki dokunabilecekti.
Tam o anda yer birden titredi.
Derinlerden gelen uğultulu bir gürültü, toprağı yararak yükseldi.
Tamag açılmıştı.
Ve Erlik, kara atının üstünde, yeraltından çıkmaya çalışıyordu.
Sungur Bey, hiçbir tereddüt göstermeden ileri atıldı.
İçinde korku vardı ama korkudan daha büyük bir şey: cesaret ve sorumluluk.
Her şey saniyeler içinde yaşanıyordu.
Erlik yüzeye ulaşmak üzereyken, Akyıldız’ın ışığı tüm köyü aydınlattı.
Ama ışığın en parlak huzmesi bir kişinin üzerine düşüyordu: Şira.
Şira, gözlerini kısıp Erlik’le göz göze geldi.
Yüzünde öfke vardı ama içinde sarsılmaz bir inanç da…
Ve o an, Erlik sanki yıldızın ağırlığına dayanamayarak tekrar yeraltına yuvarlandı.
Sanki yıldızın gölgesi, Şira’nın bedeniydi.
Ve yıldız, onun içinden konuşuyordu:
“Bu gece olmaz…
Bu gece dışarı çıkamazsın.
Bu gece bizim gecemiz.”
O sırada, kurban edilmek üzere hazırlanan beyaz at, aniden ayağa kalktı.
Gökten gelen kutsal ışık, atı yukarıya doğru çekti.
Köyün üstünde güvercinler uçmaya başladı.
Bu, Ülgen’in ışığıydı.
Sonsuz nurun ve iyiliğin habercisiydi.
Atlar ve güvercinler, onun kutsal simgeleriydi.
Ve işte, beklenen gerçekleşmişti:
Yüce ruh, köylüyü korumuştu.
Dualar kabul olmuştu.

每次催更後,作者都會收到通知!
smartphone100 → 催更